Hititler, M.Ö. 2000 yılı civarında Anadolu’ya göç etmişlerdir. Burada bulunan Hatti beylikleri üzerinde söz sahibi oldular, egemenliklerini kabul ettirdiler. Kurulan bu uygarlık Hitit ya da Eti uygarlığı olarak adlandırıldı. Hitit beyliklerinin merkezi olan şehrin adı da Hattuşaş idi. Hint-Avrupa kökeninden gelen bu halk Nesice konuşuyor ve kendilerini Nesililer olarak adlandırıyordu. Fakat Anadolu genel olarak ve çoğu zaman Hititler’in kendileri tarafından da ‘Hatti ülkesi’ anlamına gelen ‘Hattuşaş’ ismi ile anıldı. Anadolu’nun bilinen en eski ismi olan Hattuşaş adı, sonraki 15 yüzyıl boyunca bu toprakların ismi olarak bilindi.
Hititler’in kökeni konusunda tartışmalar vardır. Ama Çanakkale boğazını kullanarak ya da Karadeniz’i kullanarak Kafkasya’dan geldikleri yönündeki görüş ağırlık kazanmaktadır. Hattuş, Neşa (Kaneş), Hurama, Urşu, Eluhut, Purushenda, Şamuha, Durhumit, Şimala, Tawinia, Hahhum, Şuppilulia, Nihria, Zalpa, Abum, Tegarama, Wahşuşana ve Timilkia gibi Pazar kentlerinden oluşan kentleri ele geçirmişler, Asur’luların zayıflaması ile birlikte bölgede hâkimiyetlerini kabul ettirmişlerdir. Bu kentler Asur dilinde liman anlamına gelen karum sözcüğü ile anılıyordu. Günümüzde Kayseri/Kültepe’de yer alan Neşa (Kaneş) karumu, Hititlerin ilk başkentiydi. Daha sonra ise Hattuşaş imparatorluğun merkezi olmuştu. Hititler’in göçleri M.Ö. 2500 yılı civarında başlamış olsa da, Asur Ticaret Kolonilerinin geç evresi olarak anılan dönemde Neşa’yı aldılar ve Eski Krallık dönemi olarak adlandırılan çağları M.Ö. 17 yüzyılın ikinci yarısında Hattuşaş kentinin başkent olmasından sonra başlamıştır. İmparatorlu dönemi olarak adlandırılan dönem ise M.Ö. 1450-1200 yılları arasını kapsar. M.Ö. 1200 yılından kısa bir süre sonra yıkılan imparatorluğun çöküş nedeni tam olarak bilinmemektedir.
Hititçe olarak isimlendirilen dil ise tarihte bilinen en eski Hint Avrupa dili olarak görünmektedir. Bunun yanı sıra Hitit dili ile akraba oldukları tespit edilen Luvi ve Pala dilleri de konuşulan diller arasında bulunuyordu. Hititçe’yi yazılı hale getirmek için iki farklı yazı sistemi kullanılıyordu. Resmi yazışmalarda, saray arşivlerinde, tabletlerinde Asur çivi yazısı kullanılıyordu. Bu çivi yazısı yumuşak kil tabletler üzerine ve üçgen prizma şeklinde kesilmiş olan tahtaların bastırılması yöntemiyle yazılıyordu. Daha sonra ise fırınlarda ısıtılıyor, pişiriliyor ve sağlam hale getiriliyorlardı. Tabletlerin üzerindeki metinler, Hititlere ait olan yasaları, diğer ülkelerle olan ilişkileri, tutulan Krallık yıllıklarını, yapılan savaşları ve yapılan fetihleri, buna benzeyen konuları içeriyordu. Hititlerin duvarlardaki ya da kayalardaki kabartmalar için kullandıkları ikinci yazı sistemi ise Hitit Hiyeroglifleri olarak isimlendirilebilir. Bu kabartmalarda daha çok dini konular ve kralların yaptıkları işler gibi konular işleniyordu.
Hitit çivi yazısı
Hattuşaş (Boğazköy-Çorum) 1906 yılında ilk resmi kazıların başlatıldığı yer olmuştur. Bu kazıları başlatan Alman Asurolog Hugo Winckler’in ölümünün ardından Çek bilim adamı Bedřich Hrozný bölgeye gönderilmiştir. Bunun amacı selefinin bulmuş olduğu 10.400 kadar tableti İstanbul’a göndermek olarak bilinmektedir. Çek bilim adamı Bedřich Hrozný, Hitit çivi yazısını 1915 yılında çözmüş ve 1917 yılında ilk Hitit gramerini yayınlamıştır.
Hititçe yazıların yani çivi yazısının okunması 1915 yılında gerçekleşse de, Hitit hiyerogliflerinin tam olarak çözülmesi için yaklaşık 30 yıl daha geçmesi gerekti. İstanbul Üniversitesinde Eski Ön Asya Dilleri profesörü olarak görev yapmakta olan Helmuth Theodor Bossert ve öğrencileri, 1946 senesinde Adana’nın yüksek tepelerinde yer alan geç Hitit dönemine ait Kartepe kentini buldular. Profesörün öğrencilerinden olan Dr. Franz Steinherr tarafından bu kentte bulunan çift dilli bir yazıt, Hitit hiyerogliflerinin çözümünde anahtar rolü oynadı. Dr. Franz Steinherr, Fenike dili ve Hitit hiyeroglifleri ile yazılmış olan bu anıt üzerinde çalışmaya başladı. Azitivadiya kentinin kurucusu olan kişinin Fenike alfabesi ile yazılmış olan kısmının, Hitit hiyeroglifleri ile de yazılmış olduğunu fark etti. Bu noktadan sonra anıtta bulunan bir tam cümleyi çözmek, her iki dille yazılan metnin de aynı olduğunu kanıtlamak için yeterli olacaktı. Helmuth Theodor Bossert’in Fenike dilinde yazılmış olan atlarla ilgili bir cümleye karşılık, Hitit hiyerogliflerinde bulunan iki at başı resminin, betimlemesinin olduğu kısmın geldiğini fark etmesiyle, hiyerogliflerin çözümünü sağlayan süreç başlamış oldu. Bu ipucu yazıtta iki dille yazılmış olan metinlerin aynı olduğunu büyük ölçüde kanıtladı ve hiyerogliflerin kalan kısmının çözülmesini sağladı. Böylece diğer işaretler de çözüldü, Yazılıkaya açık hava tapınağında bulunan hiyeroglifler de zaman içinde tamamen çözümlendi. Aslında bu yazıtta Hitit hiyeroglifleri ile yazılmış olan metin, Luvi dilinde yazılmıştı. Bu dil üzerinde yapılan çalışmalar uzun süre devam etmiş ve 1973 senesinde David Hawkins tarafından Luvi dili olarak tanımlanmış ve tanıtılmıştır. Luvi halkı, Anadolu’nun yerli halklarından birisidir. Hitit hiyerogliflerinin yazımında kullanılan Luvi dili ise Bir miktar değişikliğe uğramakla birlikte, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan ve Hitit çivi yazısı unutulduktan sonra da Anadolu’da yaşamaya devam etmiştir.
Hitit hiyeroglifleri ile yazılmış olan bir metin.
Hem Hitit alfabesi yani Hitit çivi yazısı ile hem de Hitit hiyeroglifleri olarak bilinen yazı sistemi ile yazılmış olan ve son 100 yıl içinde bulunan ve çözümlenen eserler, Anadolu ve dünya tarihi açısından çok önemli bulgular elde edilmesini sağlamıştır. Örneğin Ugarit kraliçesi Nikkal için bestelenmiş olan “Hurri İlahisi” adlı şarkı, tarihte bilinen ve günümüze kadar ulaşan ilk şarkı olarak bilinmektedir. M.Ö. 1269 senesinde Mısırlılar ile Hititliler arasında imzalanan Kadeş Anlaşması da çok önemli bir belgedir. Dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanarak imzalanan ilk anlaşma olarak bilinir. Hitit çivi yazısı ile yazılmış olan anlaşmanın büyütülmüş bir kopyası, New York’ta bulunan Birleşmiş Milletler binasının duvarlarını da süslemektedir. Sonuç olarak Hitit alfabesi, Hitit çivi yazısı, Hitit hiyeroglifleri, arkeolojik açıdan ve Anadolu’nun yanı sıra dünya tarihi açısından da çok önemli tarihi eserlerdir. Verdiğimiz örneklerin yanı sıra Anadolu ve komşu bölgelerdeki devletler, kültürler, uygarlıklar, insan toplulukları, toplumsal yaşam, din, yönetim anlayışları gibi birçok farklı konu hakkında önemli bilgiler vermektedir. Hititler o devrin siyasal yapılanmasında çok önemli bir yer tuttukları, eski kıtalardaki gelişim sürecindeki önemi tartışılamayacak olan Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde hâkimiyet kurdukları için, onlardan kalan tabletler, anıtlar ve diğer tarihi eserler tüm dünya ve insanlık tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.
Hitit Alfabesi
Chicago Üniversitesi tarafından yaklaşık 40 yıl önce başlatılan bir çalışma ile Hititçe Sözlük hazırlanmaktadır. Bazı fasikülleri yayınlanmış olan bu sözlüğe internet üzerinden ulaşmak da mümkündür. Üniversite bünyesinde bulunan Oriental Institute yani Şarkiyat Enstitüsü tarafından yapılan çalışmalar sonucunda, 1980-2009 yılları arasında yayınlanan 9 fasikülde “L”, “M”, “N”, “P” ve kısmen “S” harfleri ile başlamakta olan 1000’in üzerinde Hititçe sözlük yer almaktadır. Antik Hattuşa harabeleri ve Yazılıkaya Açık Hava Mabedi ise, açık hava müzesi olarak ziyaret edilebilecek olan tarihi yerlerdir. Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan bu yerler, Milli Park projesi kapsamına alınmış olan yerler olarak da dikkat çekmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Hitit uygarlığı ve Hitit çivi yazısı, Hitit alfabesi ya da Hitit hiyeroglifleri, sadece Anadolu tarihi ve Türkiye açısından önemli olan konular değildir. Tüm dünyanın dikkatini çeken ve önem verilen konular olarak görünmektedirler.